29 Aralık 2010 Çarşamba

22 Aralık 2010 Çarşamba

8 Aralık 2010 Çarşamba

Yaprak Ali





Pişşşt pişşşt ,

Sana diyorum kadrajı gözüme sokan kız, evet sana diyorum.

Ne oldu bu şaşkınlığın neden , hahh siz bir tek kendiniz konuşuyor sanıyorsunuz değil mi,ondan böyle araba farı görmüş tavşan gibi kaldın.

Ki tavşana da sordum araba farı görünce neden öyle kaldığını, korktum abi daha ne olsun dedi.Bak halen sağa sola bakınıyorsun ama inanmıyor musun konuşabildiğime?

Öfff çek şu makineyi gözümden , şimdi sakin ol tamam mı?

Ben konuşabiliyorum, İncir yaprağı da konuşur,Çınar'da Meşe'de,inan ki hem en eğlencelileri biziz, mesela İğne yapraklılar çok sıkıcıdır, örneğin Çam nasıl bi kendini beğenmişlik nasıl bir küstahlık, bi numarası da olsa 12 ay aynı yerde duruyor,sorarsan dünyayı biliyor.
Yahu sorarlar adama ,bu arada senin adın ne?

-Tuğba

Hee tamam Tuğba'cım ne diyordum , sorarlar adama ne biliyorsun diye, bi kere düştün mü dalından , yağmur suyuna kapıldın mı?
Romantik yapacağım diye bir çift üstüne bastı mı basmak ile kalmayıp çıkan sesi duymak için üzerinde zıpladı mı?
Yok hiç biri yok ben şimdi ne yapayım senin iğne yaprağını.
Mavi Çam'da böyledir bilesin, O tam bir aristokrat.

Neyse,siz ne yapıyorsunuz burada?

- Sonbahar'ın fotoğrafını çekelim diye gelmiştik.

Ama sen halen dehşet içindesin, biri de senin bu halini çekmeli,hahaha!

Otur, otuuur yanıma, hoop bastığın yere dikkat et az önce Osman'ı eziyordun, Osman Meşe Yaprağı'dır.

Osman ,selam versene oğlum Tuğba'ya.

Osman: Merabaa.

Tuğba'cım sana zahmet beni şöyle kaldırımın üstüne koyar mısın?

Biz arkadaşlarla rüzgar sörfü yapalım dedik, sonbaharda ki en büyük eğlencemiz budur, şiddetli bir rüzgar çıkar önce sen kurumuş gövdeni önce geri sonra tüm gücünle öne doğru itersin hoooop sahile kadar süzüle süzüle inersin.
Ama ben acele çıkmışım gördüğün gibi takıldım kaldım burada, ulan tam n'oldu bana derken sende geldin soktun gözüme makineyi,sinirlendim, yoksa açmazdım ağzımı.

Hoşşşt hoşşş bak köpeğe ya üzerime işeyecek şimdi, bi zahmet canım yaa, sağolasın.Aman alt yaprağa dikkat incitmişim biraz.İşte denize kadar uçabilseydim bunlar gelmeyecekti başıma güzel de bir tatil yapacaktım.

Şimdi burada hışır hışır manita ayakları altında romantik konsepti olacağız,cıkk cıkk.

Romantik yaprak işini biz de her sene aynı arkadaşlar yapar, onlar sakindir,sörf yapayım, uçayım konayım talepleri yoktur her sonbaharda aynı grup ile aynı bölgede takılırlar.
İşte ben bizim Meşe Osman ve bir kaç arkadaş daha biz tatile gideriz rüzgara takılıp.

Hadi sen beni şöyle biraz kenara yerleştiriver de kedi köpek üzerime işemesin.

Yukarı yukarı sen en iyi yukarı koy beni diğer rüzgarda salarım kendimi , yetişirim bizimkilere.

Şşşş kimselere konuştuğumu-zu- söyle emi!

Bir daha da yapraklara basma.

Yaprak ALİ


BG

1 Aralık 2010 Çarşamba

Takip

25 Kasım 2010 Perşembe

Sonbahar'da ...





Bir güzel fotoğraf karesinde faytonun sesini, yaprakların hışırtısını dinledim dün gece... Elimi uzatsam bir kuru yaprağa dokunacaktım, bir adım atsam ada sokaklarına çıkacaktım... Sonbahar'da bana ada'yı sevdiren bu fotoğrafı sevdim...

Tolga Erbay

25 Ekim 2010 Pazartesi

Caferağa







14 Ekim 2010 Perşembe

Asalet


20 Eylül 2010 Pazartesi

Şehr-i Derya












Gezdim,bitip tükenene kadar gezdim.Aralıksız çalıştı kanatlarım.Ayrıldım; sürüden ayrıldım ki sadece kendim keşfedebileyim,sadece kendim görebileyim en güzel yerlerini,gizlerini,utançlarını,aşklarını. Tüm çıplaklığınla gördüm seni İstanbul. Büyülendim.

Özgürüm şimdi olmayı en çok istediğim yerde,Şehr-i Derya’da ,7 Tepelide …

Kanaatlarımda geçmişten kalma bir ağırlık,yoluma engel değil ,çünkü artık her yolun, ağrılığımla birlikte yeni bir yola çıkıyor.Yeni bir giz yeni bir büyü kaplıyor ufak gövdemi.Ah İstanbul ; uğruna yalnızlığa bile değer misin ?, Ne kadar asil ne kadar mağrursun karşımda.Sana yüksekten bakabilmek ve görebilmek aslını ne güzel,eşlik etmek uzaktan da olsa vapurlarına,doyumluk değil,tadımlık seferlerine.Sensiz hırçınlığımı, senli masumiyetimi okursun gözlerimden,dillendiremem ama anlarsın.Anlarsın sana olan aşkımı.

Özgürlüğüm, büyüsünden büyülendiğim,kokusunu duymadan yaşayamadığım turkuaz şehir ,her köşeni ezberleyip kendime mühürlemeyi istiyorum,

seni paylaşamıyorum.



Tuğba

Fotoğraf : Tolga Erbay

* Yazımı tamamlayan fotoğrafını benden esirgemediği için Tolga Erbay'a çok teşekkür ediyorum.

8 Ağustos 2010 Pazar

Huzur







1 Ağustos 2010 Pazar

Yolun sonu ..





Belki başlangıcıdır yolun , O kapı!

Her son başlangıçtır diye değil , zira yüksek çoğunlukla sona gelindiğine "yuppii" şimdi her şey daha güzel olacak denmiyor.

Bir işkencecinin elinde değilsen ki o zaman dahi çekilen acı o kadar büyüktür ki bittiğinde son olduğuna inanamazsın.

İşte bu yüzden , mavi göğü gören o kapı sadece başlangıç benim için, öyle bir misyon yükledim kapıya , o tüm bunlardan bi haberken.

Binlerce yıl önce kimler mi geçmiş?

Umurumda değil!

Tarihe mi tanıklık mı etmiş?

Ahh bir dile gelse!

Belki savaşa giden askerler geçmiştir.

Belki bir kadın gizlice geçmiştir o kapıdan, sevdiği adama gitmiştir.

Belki biri ölmüştür...

Velhasıl kelam ben kapıyı sevdim ne geldiği yolu ne varacağı yeri , kapı işte!

Adım atmak gerekiyor geçmek için.

Adım atıyorum , başlıyor muyum?

Geride mi bırakıyorum?

Kayıp mı ediyorum , kayıp mı oluyorum?

Ezcümle ben kapıdan geçiyorum,hadise budur!


B.G

8 Temmuz 2010 Perşembe

Işık ...


4 Temmuz 2010 Pazar

16 Haziran 2010 Çarşamba

10 Haziran 2010 Perşembe

6 Haziran 2010 Pazar

Amasra







1 Haziran 2010 Salı

İnciraltı ..





Hadi gidelim buralardan,

Yeşilçam filmlerinde ki gibi tahta valizlerimiz olsun.

Gidelim,emi!

Patatuka'ya binip gidelim.

Gittiğimiz o yerde filmlerde ki gibi tombul kasap,babacan bakkal olsun.



Sonra bütün mahallelinin toplandığı çay bahçesi...

Hep iyilerin kazandığı bir yer olsun.


Basit olsun istiyorum işte gittiğimiz yerin.

Vita yağ tenekelerinde sardunyalar olsun,her sabah beton zemini ve bahçemizin önünü toz kalkmasın diye yıkayalım istiyorum.

Acele etmeden uyanalım,mahallenin serseri köpeği olsun,ona yemek verelim ,yoğurt kabında suyunu ihmal etmeyelim,buralar çok sıcak oluyor.

Aşktan meşkten gayrı sıkıntımız olmasın.

Sabahtan akşamın hazırlığını yapalım,haydari yapalım,gavurdağı ve köpeoğlu,meyhanelerden öğrendiğimiz ne kadar meze var ise serelim kırmızı pötikareli masa örtümüzün üstüne.

Bahçemizde Erguvan'da olsa ne kadar güzel olur,leylak, mis gibi kokardı.


Sonra döneriz yine çıktığımız yola belki bu sefer İncir Altın'da bahçede içeriz rakımızı.


BG

9 Mayıs 2010 Pazar

Sultanahmet

6 Mayıs 2010 Perşembe

1 Mayıs 2010 Cumartesi

29 Mart 2010 Pazartesi

27 Mart 2010 Cumartesi

12 Mart 2010 Cuma

Yine gel ...



Yine gel,


Aslında gitme demek istiyorum, denmiyor işte.
Ayıp saydık "kal" demeyi,hiç bulamadık bu hakkı kendimizde.
Oysa ki limandan perondan el sallamak sadece filmlerde güzel.

Sonra geldiğin yolu tek başına dönmek var.
Eve girmek,bastığın elektrik düğmesinin sesi,portmantodan alıp yere bıraktığın terliklerin sesi,kendi ayak sesin,sanki ilk defa duyduğun tüm sesler keşke" ayıp etseydin" dedirtiyor insana.

Sigara mı içmeli yada buz gibi bira,uykuluk,balkonda.
En iyisi uyumalı evet uyumalı,sabah her şey daha sessiz olur nasılsa.

BG

Bu akşam gün batarken gel Büyükada'ya ...

Büyükada

27 Şubat 2010 Cumartesi

Başım sıkıştığında hep böyle yönlendirme tabelaları hayal ettim.




Başım sıkıştığında hep böyle yönlendirme tabelaları hayal ettim.
Şimdi biri çıksa şu yöne gitmelisin,öbür tarafta çıkış yok,dese.
Zihnimde kati suretle gidilmesi gereken yön,verilmesi gereken kararı işaretleyen tabelalar.
Hayata karşı araba farı görmüş tavşan gibi kalma durumuma çözüm getiren bir tabela.
Canlı alabalık şu tarafta, rakıyı sağdan 2.sokakta ki 3. marketten alırsın.
Bütün gün bi dünya saçmalıkla doldurduğun beynin var ya işte onu bi bebek gibi yapacağın nokta Kuzguncukta eski tütün deposunun çaprazında.
Bir de kırık kalp tamir eden biri varmış,halen arıyoruz çekilen fotoğraflarda.
Elbet birgün,O da karanlık odadan çıkıp gelecek .

B.G

17 Şubat 2010 Çarşamba

4 Şubat 2010 Perşembe

28 Ocak 2010 Perşembe

Davulcular

Meriç Nehri

Edirne

26 Ocak 2010 Salı

20 Ocak 2010 Çarşamba

Göle karşı oturan ahşap bank




GÖLE KARŞI DURAN AHŞAP BANK



Tahta bank, sonbaharda seni görünce insan ,önce hüzün oturuyor yüreğe.

Hiç acımadan, senin tahtakuruları yemiş sırtına bilmem kaçıncı kez oturan insanlardan sadece biri olarak baktığım ufka sanki kimse öyle bakmamış sanki hiç bi kimse benim yaptığım tamlamaları yapmamış gibi göl ile oluşturduğun tabloya,kendimi nasılda özel sanıyorum.

Nasılda başka.

Oysa ki bana has sandığım tüm hisleri,mutlulukları ve acıları binlerce insan çekti ve halen çekiyorlar.

Ne tarifi imkansız hissettiklerimin ne de benimle başlayan ya da son bulacak hadiseler.



Ben sadece güzellemeler yapıyorum acıyada hüznede ve en çokta sensizliğe.

Sanki seninle doğan her gün aslında sensiz dönecek dünyaya hazırlıkmış.Tüm tanıklığın bitti yüreğin sevebilme kapasatisesine, şimdi bu ahşap bank konuşabilse,seninkini başkalaştıran nedir sorusuna,işte,’den öte cevap verebilecek halde değilken,bu göl,sen,kimsesizliğime-ize- tanıklık ediyor.

Kimbilir kaç kişi bu banka oturup,yeni sonlar yazdı ayrılıklara.

Gözünü kapatıp olmasını dilediğini hayal etti ve açtığında gözlerini olmayışın olamayışın hayal kırıklığı ve öfkesi ile tahta kurularının izlerinin yanına bir yenisini ekledi metal bir anahtar ile boylu boyunca kazıdı yüzünü.

B.G

15 Ocak 2010 Cuma

Can Işığı ...





Ne çok yaşanmışlığın kanıtı fotograflar ve ne çok paylaşımın.Yine bir kanıt bırakmak,denizin,rüzgarın sesine kulak vermek için,sol yanımda ki sızıyı bırakmak için denize,yollardayız hep yaptığımız gibi ...

Güneş tüm kızıllığı ile karşımızda,batışını izliyoruz, arkamızda değirmenler, elimizde fotograf makinası, her anı değerlendirmek istiyoruz ,ölümsüzleştirmek zamanı,eskitiyoruz deklanşör düğmesini,yangında ilk kurtarılacak resimlerimize yenilerini eklemek istiyoruz usulca ama kendimizden emin.Albüm dolusu resim,ne heyecan verici ..

İlk kez geldiğimiz ada da bazen etrafı inceliyor bazen de derin iç çekişlerimizi dinliyoruz sözlerimize ara verdiğimiz zamanlar da.Yaşadığımız zamana göre hayat yüklerini tartıyoruz omuzlarımızda ki ve onlarla yaşamaya alışıyoruz.Çoğu kez her olaya karşı itina ile sakladığın içten gülümseyişine imreniyorum ve rahatlıyorum tıpkı her başım sıkıştığında yanımda olduğunda rahatladığım gibi. Hiç düşünmek bile istemiyorum senin gibi bir dostum olmasaydı ne yapardım nasıl atlatırdım hayat imtahanlarını,nasıl bu kadar yükü taşırdım omuzlarımda nasıl geçerdi içimi ezen zaman ...

Bir çok acıya göğüs germiş,yıpranmış,gücenmiş ruhumuz.Yeterince iyileştiremediğimiz bedenimizin acılarından ise hiç bahsetmiyorum..Yürüyoruz yorulmadan en çetrefilli yollarda,birimiz düşsek öbürümüz tutuyor ellerinden merhem oluyor yaralarına acı çekmesine izin vermeden siliyor akan kanları yüreklerden ...

Bir sahil akşamında saklı tüm sıkıntılar,bıraktıklarımız,bırakamadıklarımız,ağladıklarımız,
güneş batıyor ve biz güneşe yüzümüz dönük, yüreğimizden geçenleri yapmakta ısrarlı iki inatçı oluveriyoruz .. Bu duygunun bir tarifi yok aslında ya da ben tarif edemiyorum,nasıl anlatabilirim ki dostluk nedir ? Bu soruyu her sorduğum da kendime, ben değil albümümde ki gözleri gülen bir çift göz veriyor cevabı ...


Gözüm’ün gördüğü büyük dost,iyi ki yanımdasın ve şu zifiri karanlık dünya da can ışığı oluveriyorsun hayatıma.Sırtımı dayayıp sana dünyaya daha iyimser ve aydınlık bakabiliyorum


Tuğba

13 Eylül 2007

11 Ocak 2010 Pazartesi

8 Ocak 2010 Cuma

El ...




EL

İlk olarak dokuz sene evvel ihanet ettim en sevdiğim ele.
Parmak çocuk gibi içinde güvenle uyuduğum eli terk ettim.
Başka bir el için.
Ve sonunda bıraktığında elimi, üzerinde ki gölgesini, büyümüştüm.Artık hiçbir avcun içinde uyuyamayacak kadar büyümüştüm.

B.G